
MIRCEA ELIADE
ÇEV. LALE ARSLAN ÖZCAN
KİTAP TANITIMI
RIDVAN DEMİR
14.01.2011
DİNLER TARİHİNE GİRİŞ
Dinler Tarihine Giriş adlı kitabın yazarı Mircea Eliade sahasında önde gelen din tarihçilerindendir. Kendisi, ele aldığımız bu kitabın konusunu oluşturan iki soru olduğunu belirtmiştir. Bunlar: Din nedir? Hangi aşamada din tarihinden söz edebiliriz? Kendine özgü üslubuyla çok sayıda kavram ve yöntem kaynakçasına yer vermiştir. Fakat derin ve ayrıntılı bir çalışma olduğundan yelpazesi pek geniş değildir. Morfolojik incelemelerinin ve yöntemsel sonuçlarının büyük bir kısmı Bükreş Üniversitesi’nde Dinler Tarihi adına yaptığı çalışmalardandır. Kitap on üç bölümden oluşmaktadır ve bu bölümler özgün niteliğe sahiptirler. Bölümleri; Yaklaşımlar: Kutsalın Morfolojisi, Gök: Gök Tanrıları Göksel Simgeler ve Ayinler, Güneş ve Güneş Tapınmaları, Ay ve Ayın Gizemi, Sular ve Su Simgeleri, Kutsal Taşlar: Epifaniler, İşaretler ve Biçimler, Toprak Kadın ve Doğurganlık, Bitkiler: Yenilenme Ayinleri ve Simgeleri, Tarım ve Bereket Tapımları, Kutsal Mekânlar: Tapınak Saray ve Dünyanın Merkezi, Kutsal Zaman ve Ebedi Yenilenme Miti, Mitlerin Morfolojisi ve İşlevi, Simgelerin Yapısı şeklinde sıralayabiliriz.
Kitabın ilk bölümü olan; Yaklaşımlar: Kutsalın Morfolojisi bölümünde öncelikle kutsal ve kutsal olmayan ayrımı yapılmıştır ve daha sonra yöntemle ilgili güçlükler dile getirilmiştir. Dinsel bilgilerin son derece çeşitli olması ve yüz binlerce çeşitli belgenin varlığı alanı neredeyse sınırsız kılmıştır. Hiyerofanilerin çeşitliliği, çokluğu ve diyalektiğinden bahsetmiştir. Tabu ve kutsalın çelişikliği yani kutsalın kirlide olabileceği konusuna değinilmiştir. Doğal olandan farklı bir şeyi belirten mana ve manaya sahip olanlar anlatılmıştır. Hiyerofanilerin yapısı ve yeniden değer kazanması yani olağanüstü devasa olan ve kutsalın tecellisi olarak görünenlerden bahsetmiştir. Yani genel olarak; kutsalın nitelik açısından kutsal olmayandan farklı olduğunu, kutsalın diyalektiğinin yalnızca ‘’ilkel’’olanlar için değil tüm dinler için geçerli olduğunu, hiçbir yerde yalnızca temel hiyerofanilerle karşılaşmayacağımızı ve son olarak temel hiyerofanileri düzenleyen bir sistemin olmayacağını anlatılmıştır.
Kitabın ikinci bölümünde yani Gök: Gök Tanrıları Göksel Simgeler ve Ayinler kısmında ‘’kutsal gök’’ konusunun üstünde durulmuştur. Dünya’nın en eski duası olan ‘’Gökteki Babamız’’ göklere olan inancın en önemli göstergesidir. Yalnızca göklere bakmak bile ilkel insana dinsel duygular vermektedir. Tanrılara özgü olan ‘’en yüksekte olmak’’ niteliği işlenmiştir. Sırasıyla Avustralya Gök Tanrıları, Afrikalılar’da Gök Tanrı, Deus Otiosus, Kuzey Kutbu ve Orta Asya halklarında Gök Tanrıları, Mezopotamya, Dyaus, Varuna, İran’ın Gök Tanrıları, Uranos, Zeus, İupiter, Fırtına Tanrıları, Dölleyiciler, Ulu ananın kocası, Yahve gibi Gök Tanrıları ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Daha sonra ise; gök simgeleri, yükselme mitleri, ayinleri ve simgeleri anlatılmıştır. Sonuç olarak; gökyüzünün özünde gök kubbe ve atmosfer katmanlarının bulunduğu yer olarak dinsel ve mitolojik değerler açısından zengin bir yer olduğu, ‘yüksekte olana’ karşı yüklenen kutsal değer ifade edilmiştir.
Kitabın üçüncü bölümü olan Güneş ve Güneş tapınmaları kısmında ise Güneş hiyerofani ve rasyonalizmle alakalı konular işlenmiştir. Yüce varlıkların ‘Güneşle özdeşleşmesi’, Afrika ve Endonezya’da Güneş Tapınmaları, Mundalarda Güneşle Özdeşleştirme, Güneşten gelen soy, Mısır Güneş Tapınmaları, Klasik Doğuda ve Akdeniz’de Güneş tapımları hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Son olarak da Güneş kahramanları, ölüler ve seçilmişlerden söz edilmiştir. Sonuç olarak; antik çağın sonlarına doğru, güneşin kazandığı üstün değerlerin belirli bir alamı olduğunu, tanrıyla arasında ki bağı, bereketle ve bitkilerin hayatıyla ilişkisini anlatmıştır. Fakat güneş hiyerofanilerinin eskiye oranla azaldığını ve tekrar renklendirilmeye çalışıldığını da ifade etmiştir.
Kitabın dördüncü bölümü; Ay ve Ayın gizemidir. Bu bölümde öncelikle ay ve zaman kavramlarından bahsedilmiştir. Daha sonra sırasıyla ayın su, bitki, bereket, kadın, kader, ölüm ve yılanla olan bağları ele alınmıştır. Ayın simgeleri, kozmobiyoloji ve mistik fizyolojisi ve metafiziği ile alakalı konular anlatılmıştır.
Kitabın beşinci bölümünde Sular ve su simgeleri anlatılmıştır. Su tanrılarından, su amblemlerinden, su hayvanlarından, vaftizden bahsedilmiştir.
Kitabın altıncı bölümünde: Kutsal Taşlar, Epifaniler, işaretler ve biçimler yer almıştır. Bereket taşları, delik taşlar, mezar megalitleri, işaret ve biçimler detaylı bir şekilde anlatılmıştır.
Yedinci bölüm ise toprak, kadın ve doğurganlıktı. Yeryüzü ana, gök ve yer çifti, yeraltının analığı, yeniden doğum gibi konular ele alınırken kadının tarla ve tarımla olan ilişkisi işlenmiştir.
Kitabın sekizinci bölümünde bitkiler, yenilenme ayinleri ve simgeler konu edilmiştir. Bu bölümde en derin konu ağaçlar olmuştur. Kutsal ağaç, Tanrının ağaç ikameti, baş aşağı çevrilmiş ağaç, hayat ağacı, hayat ağacının bekçileri, hayatı yenileyen ağaç, ağaçların evliliği, mayıs ağacı, kozmik ağaç, ağaç ve haç gibi konulara değinilmiş daha sonra bitki konusu ele alınmıştır. Ulu tanrıçalar ve bitkiler, insanın bitkiden türemesi, bitkiye dönüşme, cinsellik ve bitkiler son olarak da bitkilere dönüşme durumu anlatılmıştır. Ve sonunda tarım ve bereket tapınmaları; tarım ayinleri, tarımsal sungular, tarımsal mistizm ve kurtuluş, cinsel yaşam ve tarlaların bereketi, kadın cinsellik ve tarım, tarım ve cenaze tanrıları konularını işlenmiştir. Ayrıca hasadın gücü, kurban ve yeniden doğum, hasat sonu ritüelleri, aztekler ve kondlarda insan kurbanı konuları da anlatılmıştır.
Konu kutsal mekânlar: tapınak, saray, ‘dünyanın merkezi’’ başlıklı bölümde ise mekanın kutsanması, bir mekanın kutsal mekan yapılışı ve cennet özleminden söz edilmiştir.
Konu on birde ise kutsal zaman ve ebedi yenilenme miti bölümünde zaman kavramı ele alınmış ve çeşitliliğinden söz edilmiştir. Hiyerofanik zaman birliği, zamanın yenilenmesi, yaradılışın belli olaylara dayalı olarak tekrarlanması ve mutlak yenilenme anlatılmıştır. On ikinci bölümde mitlerin morfolojisi ve işlevi hususunda mitlerin ortaya koydukları ele alınmış ve mitin yapısı aktarılmıştır. Yenileme, inşa, erginleme mitleri ve son olarak da mitlerin bozulmasını konu almıştır. Son bölüm olan on üçüncü kısımda simgelerin yapısı konusu oldukça zor ve karmaşıktır. Bu bölümde öncelikle simgesel taşlara değinilmiş hemen ardındansa simgelerin işlevleri belirtilmiştir. Simgelerin önemlerini yitirmeleri, simgelerin tutarlılığı ve simgelerin mantığı da anlatılan diğer konulardan olmuştur.
Sonuç olarak, bu çalışmanın başında belirttiğimiz gibi kutsalı tanımlamanın en basit yolu hala kutsalı, kutsal olmayanla kıyaslamaksa da daha sonraki bölümlerde hiyorofaninin diyelektiğinin, sürekli olarak kutsal olmayan bölgelere basite indirgeme ve sonunda da bu bölgeleri yok etme eğilimini eleştirmekten de geri duramadık. Gelişmiş düzeydeki bazı dinsel deneyimler, tüm evreni kutsalla özdeşleştirmektedirler. Pek çok mistik için kozmos bütünüyle bir hiyerofanidir. Ölüm olarak adlandırılan o kaçınılmaz an geldiğinde bir ağaçtan olduğu kadar bir insandan da çıkıp giden şey İsa’dır.
Bu noktada karşı karşıya olduğumuz bilinenden anlamıyla “panteizm” değil ama “panenteizm”dir. Daha önce pek çok kez saptadığımız gibi eski varlık anlayışında, gerçeklik her şeyden önce güçle yaşamla, bereketle, potansiyelle özdeştir, ama aynı zamanda yabancı tek olan vb. olan başka bir deyişle tam bir varlık süren ya da olağanüstü bir varlığa sahip her şeyle özdeştir. Kutsal, öncelikle gerçektir. İnsan ne kadar dine yakınsa o kadar gerçektir ve anlamdan yoksun ir değişimin gerçek dışılığından kurtulur. Bu nedenle insan tüm yaşamını kutsamak ister. Hiyerofaniler, kosmosu, ayinler yaşamı kutsar. Kutsanma dolaylı yoldan, yani yaşamın bir ayine dönüştürülmesiyle de olur. İnsan için kutsama ne anlama geliyorsa açlık, susuzluk, inziva odur. Nefsi köreltme sadaka verme dürüst yaşama ve gerçekliğe saygı insan için bağış anlamına gelmektedir. Bir din adamının ideali yaptığı her şeyin bir ayin havasına sahip olması başka bir deyişle kurban olarak görülmesidir. Tüm eski ya da geleneksel toplumlarda imanın kanıtı her insan için bu türden bir adama eylemine katılmaktır. Bu açıdan bakıldığından her eylem dinsel eyleme dönüşebilir. Aynı içimde her kozmik nesne bir hiyerofaniye dönüşebilir. Böylece insan aynı anda birbirine koşut iki düzlemde var olur. Zaman, gelecek ve yanılsama düzlemi ve sonsuzluk, öz ve gerçeklik düzlemi.
Bununla birlikte, karşıt bir eğilim de gözlemlenir: kutsala direniş. Bu direnişe dinsel yaşam içinde bile rastlamaktayız. Hem çekici hem itici hem tehlikeli hem hayırlı bir kutsallık karşısında insanın takındığı ikiyüzlü tutum yalnızca kutsalın yapısında var olan çelişiklikle değil aynı zamanda insanın aynı derecede itildiği ve çekildiği bu aşkın gerçeklik karşısındaki doğal tepkileriyle de açıklanabilir. Bu direniş insan kendini tam bir kutsallık isteğiyle karşı karşıya bulduğunda ve büyük bir karar almaya itildiğinde daha açık bir biçimde ortaya çıkar. Kutsal değerleri tamamen ve geri dönüşü olmadan kabul etmek yada onlara karşı daha mesafeli bir davranış sergilemek.
Kutsala direnmek varoluşçu metafizik için özgürlükten kaçışla aynı anlama gelmektedir. Genel olan her zaman kutsal olmayanla yanılsamayla ve anlamsız olanla örtüşür. Merkeze yürüme simgesi, çağdaş metafizik terimleriyle açıklandığında kendi özünün merkezine doğru yürümek aslını bulmaktır. Tüm yaşamın kutsal tarafından alıkonulmasına direnişe kiliselerde bile rastlarız: Kiliseler, insanları, dinsel deneyimlerin abartılmasına karşı özellikle de mistik deneyimler karşı korumak isterler. Böylece laik tamamen yok olmasını engeller.
Yaşam değerlerinin giderek artan çekimi zamanla, tarih konusunda olduğu kadar insanlara ait değerler konusunda da gerçek bir ilgiye dönüşmüştür. İnsanın tarihsel bir varlık olarak varlığı, doğrudan dinsel değer kazanmasa da insanüstü bir değer kazanmıştır.
Dinle ilgili olguları tarihsel açıdan ele almayan bu kitapta daha çok bunları oldukları gibi, yani hiyerofaniler olarak incelenmiştir. Böylece su hiyerofanilerinin yapısını açıklarken, Hıristiyanlık’taki vaftiz olgusunun yanı sıra Okyanusya’daki, Amerika’daki yada Yunan-Doğu antik çağında ki ümitleri ve ayinleri incelerken onarlı birbirinden ayıran her şeyi, kısacası tarihi soyutladık. Tarih insan gereksinimlerinin esiniyle kutsalı yaşam deneyimine soktuğu anda devreye girer. Hiyerofaneler yönlendirildikçe ve başka düzlemlere aktarıldıkça tarihselleşir. Gök tanrıları, pek çok değişime uğramışlardır: ama onların göksel yapıları sürekli olarak varlığını korumuş ve kişiliklerinin değişmez bir parçası olmuştur. Bir bereket tanrısı sayısız kere başka varlıklarla birleştirilir yada başka biçimlerle kendi öz biçime kesintiye uğratılır.
Bağdaştırmacılığı, ancak gelişmiş pek çok dinle girilen temaslardan sonra ortaya çıkan geç dönem bir dinsel olgudan ibaret saymak hatalı bir bakış acısı olur. Bağdaştırmacılığa din tarihinin her aşamasında rastlamaktayız. Her tür din olgusu, gelişebilir, arınabilir, güzelleşebilir.
Belli bir bakış açısına göre ‘’ilkellerden’’ Hıristiyanlığa kadar ki süreçte kesinti yoktur. Genelde kutsal kosmosun belli bir parçasında ifade edilir. Temel hiyerofaniler söz konusu olduğunda, belli bir kişiliğe sahip bir hiyeorafaniyle mi yoksa kişisiz bir hiyerofaniyele mi karşı karşıya olduğumuzu saptayabilmek her zaman çok kolay değildir. Genelde her iki yapı bir arada bulunmaktadır. Aynı ikiliye, en ‘’gelişmiş’’ mistik sistemlere ve dinlere ait formülleri incelerken de rastlamaktayız.
Temel dinsel tavırların, insanın, evrende ki konumunun bilincine vardığı andan itibaren ilk ve son kez belirlenmiş olması, tarihin, dinsel deneyim açısından hiçbir sonuç doğurmayacağı anlamına gelmez. İnsanın yaşamıyla maddi yaşamda dâhil ilgili her şeyin dinsel deneyimde bir yankısı vardır. Av tarım madencilik vb tekniklerinin bulunuşu insanın günlük yaşamını değiştirmekle kalmamış ruhsal dünyasını da zenginleştirmiş hatta geliştirmiştir. Böylece tarım toplumlarında, tarım öncesi toplumlarda var olmayan pek çok ifşaya kapı aralanmıştır. Ekonomik, toplumsal değişimler tek başlarına dinsel olguların kavranılmasını sağlamazlar ama maddi dünyada meydana gelen şeyler insan zihniyetine, insanın kavrayabileceği yeni ufuklar açmıştır. Tarih, dinsel deneyimler üzerinde belli bir etkiye sahip olmuşsa bunu olayların insanlara farklı ve duyulmamış varlık konumları, kendini keşfetme olanağı, evrene dinsel büyüsel bir değer atfetme yetisi kazandırmasıyla yapmıştır.
Kısacası, tarihte gerçekleşen bir olay yeni bir dinsel olay yaşanmasına ve yeni bir ruhsal deneyime neden olmuştur. Bunun tam tersine, ilkel toplumların gelişmiş bir çok dinsel deneyime, tarihin bu toplumlara getirdiği değişimler yüzünden giderek daha da zor gerçekleşir olmuştur.